13 Ağustos 2015 Perşembe

Yazmak Zorundayım


Ne yapıyorsun sen. Ayaklarımı yerden kesiyorsun, havalarda uçuyorsun, dudaklarımı yarım öpücüklerle dolduruyorsun. Beni Kaf Dağının arkasına uçuruyorsun. Ne var orada, kim var orada. Bu dünyayı bırakıp nereye gidiyoruz söylesene. Ellerim yanar, döner benim ellerim, ellerim, ellerimde kendi ellerim. Konuşmaz ağzım, söylemez dilim. Öyle bakıp duran, sessiz, çırpıntılı gözlerim. Hani gözlerin, nerede seninkiler. Öyle bulutlu ki, yüzün göremiyorum seni. Dokunuyorum hiç sesin çıkmıyor. Sonra bir çift el uçuruyor beni göklere. Pamuk gibi duran buluttan bir parça koparıp geri dönüyorum. Sonra pamuk helva oluyor. Yarısını sana vermek istiyorum. Dünya, insanlar, kardeşler, eşitlik el ele sloganıyla. Neredesin, seni göremiyorum. Birden yüzüm, dudaklarım binlerce öpücükle doluyor. Yağmur gibi gökten öpücük yağıyor. Saçlarım, vücudum, ellerim, kirpiklerim ıpıslak oluyor, bu coşkulu yağmur sonrası. Ve çıkan gök kuşağının altında silinme gereksinimi duymadan, kurumak amacıyla bir taşın üstüne oturuyorum. Biri yine ellerin, fısıltıyla, ver onları bana; ver benimkilere karışsın seninkilerde. Güzellik diyor, aşk diyor, tutku diyor, gelecek diyor. Elimi avucuna tıkıyorum telaşla ve ona üç küçük maymun masalını anlatıyorum. Şu kirli çay deresinde, burnu sümüklü çocukları gösteriyorum. Uzakta suyun kenarında çıplak ayakları, pisliklere bulaşan çocukların ellerindeki uçurtmaları söylüyorum. Hadi gel onları da uçuralım diyorum sana. Öylece bakıyorsun çevrene şaşkın, sonra yeniden yok oluyorsun. Senin benim üstümden attığın çuvaldaki  öpücüklerden, bende onlara atmak istiyorum. Silkiyorum, gökten tek tük bir iki öpücük düşüyor.Gerisi boş, ses değil; çıtırdı bile yok. Duyulmuyor evrende öpücüklerinden bir tını. Üzülüyorum, çocuklara erişemediğim için. Seni havaya fırlattığım da üzerinde pembe çiçekli elbisen var. Etekleri döndükçe açılıyor, açılıyor. Yanımda, yöremde ne kadar kötülük varsa, bir kılıf olup örtüyor üstlerini. Bir seviniyorum, bir seviniyorum; gelip atılıyorum kollarına. Ne çok seviyorum seni ve ne çok seviyorsun sen beni. Hayır bırak beni sevme. Tarla da bu mevsim kadınlar pamuk topluyorlar. Gel el ele verip, onları sevmeye gidelim. Bulutlar arabamız, güneş umudumuz.Göz açıp kapayıncaya kadar oradasın. Ve hemen yanında tarlaya getirilip , unutulmuş gibi duran; ağzı emzikli çocuğu öpüyorsun.Onu emziriyorsun,  sütsüz göğüslerini sütle doldurup veriyorsun ağzına…Uzakta salına salına geliyor bebeğin anası….Ellerim düşüyor boşluğa ve kaybolup gidiyorsun pamuk tarlasında…

20.09.1988

12 Ağustos 2015 Çarşamba

İstatistik Verilerle Blog'um



Bir aydır yazıyorum. Şiirlerimi, denemelerimi, gördüğüm yerleri ve anı kırıntılarını. Yazmak güzel bir şey. Paylaşmak da heyecanlı. Geldiğim noktanın özeti yukarıda. Gideceğim yerin ne olacağını ise beraber başaracağız. Şiir yazmak ya da yazmaya çalışmak yağmur altında ıslanmak gibi.. İnsanın ıslandıkça ruhu yıkanıyor. Duyguların kağıda harf harf düştükçe köşe taşlarını özenle yerleştiren taşçı ustası gibi bakıyorsun kelimelere. Ve hayretle izliyorsun cümlelerin seni nasıl da duygularını apaçık ortaya koyduğuna.  Şairin aynası gibidir şiirleri. Baktıkça kendini görür. Yarattığı eser kendi yüzünün, yüreğinin ve umutlarının yansımasıdır o dizelerde. Ve aslında bir derdi vardır yaşamaya, yaşama olan tanıklığını paylaşmaya ve umutla geleceğe bakmaya dair.  Bende bunu yapmaya çalışıyorum. İşte yukarıdaki istatistik veriler de benim 1 aylık karnem. Teşekkürler....Sevgiyle kalın...Okumaya devam edin lütfen.....Bakalım nerelere gideceğiz beraber....

11 Ağustos 2015 Salı

Okçu ve Kardeşi





Okçu ve Kardeşi bu sefer de Lozanpark'ta Çankaya Okçuluk Spor Kulübü atış sahasındaydılar. Diğer kardeşleri şu anda yanlarında değildi  ama merakla ağabeyini izlemek keyifliydi... Atış Çizgisine nasıl geçiyor. Kolları, yayı tutuşu, oku yaya yerleştirmesi, nefesini tutup, çenesinin altında elini yerleştirip nişan alıp atmasını elleri ceplerinde izledi ... Her aşamasını kardeşine anlatmaya çalışan Okçu ile atışlardan sonra da hedeften okları almaya gittiler. Hatta bir ara dürbünle izledi atışları ve ağabeyini. Acaba o da okçu olabilir miydi, merak içindeydi... Okçu kardeşinin izlemesinden de keyif almış, gururla atıyordu okları hedefe... Zaman hızla akmış ve antrenman bitmişti. Ama aklı Okçuluk Merkezinde ve Okçu'da kalmış, Okçu'da kardeşinin izlemesinin mutluluğu ile konuşarak ayrıldılar Lozanpark'tan ... Ailede bir okçu daha yetişir mi diye de merak ettiğimizden sorduk beraberce... O da Okçu gibi gelmek istiyordu.. Eh bana düşen de onu da getirmek Lozanpark'a... Bakalım ne olacak...

9 Ağustos 2015 Pazar

Geçmişten Gelen Bir Hafta Sonu Anısı...


Çocukluğumdan bu yana hep hafta sonu benim için eğlenceli olmuştur. Okul, her ne kadar ilkokulda iken;  o zamanlar cumartesi yarım gün olsa da, eve geldiğimde herkesin evde olması ayrı bir güzellikti. İlk kez okumayı sökmeyi de cumartesi günü gerçekleştirmiştim. Eve heyecanla ve mutlulukla koşarak gelişimi hala hatırlarım. Tabi o zamanlar genelde eve yakın okullara giderdik ve servis kullanmazdık. Ancak eve geldiğimde gördüğüm her zamanki durum olmadığı bir gündü. Evde ciddi bir bayram temizliğine girişilmişti. Merdaneli çamaşır makinesinden yıkanan çamaşırların suyu sıkılıyordu. Ortalıkta temizlik malzemelerinin birbirine karışan kokusu vardı. Ama evde sadece annem vardı. Ablalarım, ağabeyim ve babam yoktular. Anneme sevinçle söyledim...Anne okumayı söktüm bak bu da kurdelem... Kırmızı kurdelem okul üniformanın sol üst tarafıma okumayı sökünce itina ile öğretmenim aferin oğlu diyerek takmıştı. Ankara'da Teğmen Kalmaz İlkokulu 1-B sınıfında Türkan Erol'un öğrencisi olarak başarmıştım. Ama babamla da uzun uzun çalışmıştık heceleri. O zamanlar hece hece öğrenir daha sonra da kelimeleri bulurduk... Ama akşamında istediğim tüm yemekler de hazırdı annemin ellerinden.... Nereden nereye aşağı yukarı 43 yıl geçti. Hala hafta sonları çok güzeldir bence...Belki herkes için öyledir. Ama şimdilerde küçük bir çocuğun gözünden, orta yaşlı adamın hayat tecrübesine doğru ilerleyen yılların farklılıkları oluştu artık. Geçen bu yıllar boyunca sol göğsümün üzerine bir çok kurdele taktım... Hepsini gururla ve sevgiyle taşıdım... Ama hep o hafta sonunda ki heyecanlı ve okumayı söken çocuğun koşturmasında ki hafta sonlarına özlem duyarım... Çocukluk işte...

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Sonbahar




rüzgarı gecede yakaladım
önce sen geldin,
sonra mutluluk geldi…
yol boyunca yürüdüm
sararmış
sonbahar yaprakları
köşe bucak uçuştular,
önce sen bastın yapraklara
sonra güzelliğin bastı
ansızın yüreğimi…
insanlar vardı
çepeçevre sarmışlar
ve sevmiştim onları,
önce sen ayrıldın sevgimle
sonra ben paylaşmak istedim
onlarsız zamanları seninle…
yağmurlar yağdı ardı sıra
olancası bedenimden geçip
sen oldun, mutluluk oldu gönlüme,
önce seni geceye verdim çaresiz
sonra yüreğimi de
seninle gönderdim…

30.03.1988


neydi bu


bir uçak havalandı,
gönlümden
üç parça şeyi
alıp götürdü
ve hepsi de
yeniden üretildi…
neydi ki
bu
umutsuz
başkaldırı,
neydi bu
sevda bahçesindeki
yoksunluk
ve nasıl bir
yoldu ki bu
hiç dinmedi…


Kum Taneleri



“kum taneleri”
gün ışımasında,
aşkın dansını yaptığımızda
dalgalar ,
bedenimizden geçip kumlara saçıldı …
vücudumuzdan
ellerimizde kalan,
kum taneleri ve özlemdi…
yakarışımız sevgiyeydi
ama bulduğumuz hasretti…
dalgalara ulaşamayan
kum taneleri gibi…
fakat gün dönmüştü
haykırdık,
   ayaklarımız deniz kenarında
suya değdiğinde,
gürledik
paylaştıklarımızla…
dudaklarımızda başlayan
ve ayaklarımızda tükenen
sevgi…
şehvete bulaşmış
ve uzanmıştık öylece
kumsalda…
elim elinde
şiir okuyordum
sevgiye
özleme
ve hayatla olan kavgamıza dair
bu sendin
bu bendim
bu bizdik
ve kumsalda

bir kum tanesiydik…

7 Ağustos 2015 Cuma

Umut Etmektir Hayat



Umut etmektir hayat...
üzerine kar yağar
sen gün ışığı gibi bakarsın
üşüyen ellerini uzatarak...
seslenirsin kendine
hele dur bakalım 
geçer be elbet diye
yorgunluğun, hüznün
ve yüzünün kırışıklıkları
anlatır seni
attığın adımlardaki
direnen umudundaki geleceğe !
sen sen değilsindir
düşlediğin de bu değildir ama
yaşarsın,
sana ait olan hayatta!

11.06.2015 Karabük

1986 Güzündeydi

Saat gecenin herhangi bir vakti
Yamansınız dostlar
Beni aramak nerden aklınıza geliverdi
Son kez nerde miydi
Ne önemi var, şimdi buradayız ya dostlar
1986 güzündeydi, birbirimizden
habersiz kalışımız
üç odalı bir ev
içinde dağılmış eşyalar
duvarda yarısı yırtılmış bir gençlik yılı afişi vardı
çok iyi hatırlıyorum birde
üç şişe efes güneşi olmalı
içi boşaltılmış
pek de severdik malum
birde benim güncelerimin olduğu defter olmalı o evde
ne anılarımı var o defterde
bir bulunsa
hepimiz orasında, burasında
bir yerindeyiz
dağların havasını soluduk yıllardır
metro yapılacak diye sabırla bekledikte
yinede her sabah aynı işkenceyi çektik otobüslerde
beklemeye inatlaştığımızdan
gelmedi yine tabi ki,
zaten ne zaman geldi ki


13.11.1988

Seçilmiş Şiirlerim


seçilmiş şiirlerim yok

sana

yazabileceğim kadar

güzel ve anlamlı

sana ancak yüreğimin çıplaklığında

kıyasıya bir sevgiyi

verebilirim

dizelerimin yorgunluğuna aldırma

hepsi senin özlemine

öfkelenen

sesimin buruklaşan tınısıyla dopdolu

öyle sana kırgında değilim

seni özledim



Yaz Bakalım Agop !


yaz bakalım Agop !
nicedir yoktun !
teknenle en son gidişinden bu yana
denizin kenarındaki
masada tek başına
boşalıyor yüreğim hüzünlere
ne yollara gittik be Agop!
ne balıklar tuttu ağlarımız
ne rüzgarlarla dalgalara doğru yol aldı
umutlarımız
hiç yorulmadık
hiç usanmadık
şimdi Agop,
şimdi yine
sesleniyorum sana
masada,
tek başına
ve içerek...

11.06.2015
Karabük