28 Aralık 2015 Pazartesi

Daktilo


Teknoloji geliştikçe, hayat kolaylaşır belki ama o kolaylaşan hayat bizi mutlu ediyor mu ? Bundan emin değilim. Hatta mutlu etmediğini düşünüyorum. Daktilo uzun bir  dönem hayatımızda oldukça önemli bir yer tutmuştur. Biraz duygusal olabilir ama ben çok severdim daktilo ile yazmayı. Hemen hemen kendimi bildim bileli evimizde daktilo vardı. Resimdeki Olympia daktilo ile geçti de denebilir çocukluk ve gençlik yıllarım. Evimize giren gelirde payı vardır. Rahmetli Babamın meslek olarak; hakim ve avukat olarak çalıştığı yıllarda, evdeki çalışmalarında ve daha sonra da avukatlık bürosunda ki çalışmalarında kullandığı daktilo budur. Şimdi meslekdaşı torununun bürosunda yerini aldı. Tuşlarında ki yıllardır biriken parmaklarının enerjisi, şimdi torununa kol kanat gerecektir.  Daha ortaokul zamanlarında, lise de çokça kullanırdım. Üniversite de ise yazdığım karalamaları, şiirlerimi düzenleyeyim diye işte bu daktilo da yazdım hep. Bazen babam, kendisine gerekse bile sabırla beklerdi, işimin bitmesini. Seneler ne kadar da çabuk geçti. Daktilo hala bizimle, geçmiş güzel günlerin bir anısı olarak hayatımızın yine içinde. Tuşlar belki sessiz, mürekkebi belki çoktan kurudu ama yine de bir ses çınlar hep kulaklarımda.. Tık .. tık . tıktıktık... tık .tık.....

26 Aralık 2015 Cumartesi

Doğar...Ölür...

Hayat iki yönlüdür.
Döner durur... 
Doğar ...
Ölür...
Doğar....
Hangi kelimeyi sonda yazarsan 
umut ya da hüzün 
aslında hissettiğindir..
Agop 
sen hep doğarsın 
yarınlara 
bilirim ... 
Benide bilen bilir...
Bilmeyen 
umuda yelken açsın,
bulur beni 
Karşıyaka'da...

25/12/2015
Ankara

24 Aralık 2015 Perşembe

Eh be çocuk

Yazamadım ağladım çocuk 
Söyleyemedim sustum çocuk
Elbet acısı diner dedim 
Dinmedi çocuk
Güzelliği çevreledi 
Avunduk be çocuk
Eh çocuklar büyüdü
Zaman aktı
Hayat işte yürüdü gitti
Be çocuk
Şimdi ne zaman kar yağsa
Ne zaman hava soğusa
Bangır bangır sesleriniz kulaklarımda çocuk
Pencerenin önünde 
son kez 
Baktığında gözlerindeki umut
Sendin çocuk
Haydi bakalım tut elimden 
Okul zamanı şimdi
Hadi be çocuk

24.12.2015 Ankara

"Nur içinde uyu canım ablam"

13 Aralık 2015 Pazar

3000 !


Herkese selam,


Duygularımı dizelere dökerek anlatmaya başladığım Kayakapı'ya hoş geldiniz" denilerek 12.07.2015 günü gece yarısında Karşıyaka'da dostların arasında ilk blog yazısı yayınlanmış. 5 ay geçmiş. 3000 kez tıklanmış.  124 yayın yapılmış. Bu sürede Karabük'ten Ankara'ya dönülmüş. Ülke seçimler ile tercihlerini ortaya koymuş. Yaz bitmiş, son bahar hüznü çökmüş, Eylül'de 25 yıl denilmiş..Kasım'da aşk başkadır denmiş ve Kulüp değiştirilmiştir. 1 yaş heyecanı ile yeni bir can heyecanı olmuş. Aralık gelmişşşş. 3000 olmuş. Şiirler, anılar, denemeler, yazılar ve resimler ile 5 ay geçmiş.  

Agop bu sayının çok az olduğunu söyleyip, olmaz böyle şey breh breh deyip, çıktı balığa gece gece, soğuğa. Bu hafta aslında olmak istede o da ama olmadı işte. Dostlar geldiler Ankara'ya ... Çocuklar gibi döndük 20 li yaşlara..Ama biraz da yaşlanmışız mı ne, eskisi gibi de deli deli esmedi zaman. Daha makul ve sohbete dönük yavaşladı ortalık.

3000 bir rakam, yıl değil elbette. 3000. bin yılda olacaklar ile şimdi olanlar arasında bir köprü de değil. Duygularım ve yaşadıklarımın  dökülmesi ama nereye... Eskiden kağıda dökmek vardı. Şimdi word'e dökülüyor. Sanal gerçeklik ile başvurmak okuyucuya şu an yaşanılan. 

Yazmak eylemi ile düşünmek iç içe geçtiğinde verimli bir söylem oluşuyor. İşte bu verimli çalışmasının da ölçütü de word e dökülenlerin okunabilirliğinin olması. Tüm kaygı bu aslında. Okunabilir olmak. İyi ama nasıl olacak. Tefekkür devreye girmeli bu aşamada. Yani kendinle kalıp, düşünebilmek, sorgulamak ve nerede olduğunun farkında olabilmek. 

3000 işte böyle bir şey. Yoksa kuru kuruya bir rakam değil . Ama daha da yol uzun... 36 gibi... hayatın karelerinin anlamını ifade etmek kaygısı ile eskiden 36 lık pozların süpriz sonuçlarının, digital çöplükle sonuçlanmasını görüyoruz. Oysa 3000 öyle olmasın diye kaygım. Bunu başabilmek için çabam.. Ama 3000...Sıfırdan çok...




8 Aralık 2015 Salı

AGOP !!



merhaba Agop....!

senden bahsettikçe, 
sana seslendikçe 
merak eder oldular seni. 
kimsin, nereden gelip nereye gidersin 
ve niye bu kadar adın geçiyor... 
dur bakalım bir zaman gelir 
seni anlatırım dostum... 
ama şu kadarını söyleyeyim 
hayal ve gerçeklik iç içe geçmeyince, 
zamanın akışı monotonlaşır.... 
ama mutlaka bir kahve içimi 
sohbet etmeye de gideriz dostlara... 
sohbet işte o kahvenin öncesi 
ve sonrasına göre yol alır 
hayatın içinde... 
hadi rastgele....

6 Aralık 2015 Pazar

27 kasım 3 aralık 2015 sinema verileri

 

Sinema sektörünün geldiği noktada seyirci sayıları ve gelir, sanatsal kaygıya göre daha önde izlenir oldu. İyi film, kaliteli film bulmak zorlaştı ama sinemaya gitmek kolaylaştı. Sinema salonları AVM lerin içinde yer bulmaya başladı. Cadde üzeri sinema salonları ise giderek kapanmakta artık. Yukarıda ki boc office verilerine göre toplum olarak ucuz komedi flimlerine prim verip gülüp geçerek zamanı tüketmek kolay geliyor. Gençlik flimleri ve çocuk flimleri seyirci sayısının artması tabi ki çok güzel. Ama hala yabancı film hegemonyası da kırılabilmiş değil. İyi seyirler , seçim sizin... Ben film seçerken konusuna, yönetmenine, oyuncularına ve kendinize göre bir seçim yapmanızı ama kolayına kaçmamanızı öneririm...

5 Aralık 2015 Cumartesi

Eski bir tapınak yazısı/Xsentus İ.Ö.9

 ESKİ BİR TAPINAK YAZISI' nda 
ifade edilen özlü sözler düşünmeye değer niteliktedir. 

Gürültü, patırtının ortasında sükunetle dolaş, gürültüde sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe,Kendini yitirmeden herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma, içten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinler onları; çünkü dünya da herkesin anlatacak bir öyküsü vardır.  Yalnız planların değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle, çabanla ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur.

Seveceğin bir iş seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle sev ki,  başarıların, bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerin ile de yepyeni  hayatlar başlatmış olacaksın. Sadece seviyende ki kişiler ile olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman bile sever gibi yapmakla kazanırsın.çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onlara sevmeye zamanın kalmaz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğin den daha fazla değildir. 


Gerçek aşka burun kıvırma sakın; onu küçümsersen sen de besinsiz kalırsın, küçülürsün. O yoğun sevgi çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçe gibidir.  O bahçeye layık bir bahçıvan olabilmek için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.  Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. 

Savaşmadan teslim olma Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır.  Bu dünyada bırakabileceğin en iyi miras ardında duracağın dürüst bilgidir. 

Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgarın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgara göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkansızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol. 


Hatırlar mısın? Doğduğun zamanları; Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.  Sabırlı, sevecen, erdemli ve olumlu ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekanıdır. 


Xsentus (İÖ 9. Yüzyıl )

29 Kasım 2015 Pazar

Gösterimdeki Flimler Seyirci Sayısı


Adaletspor


Sene  1982...Ankara 19 Mayıs Stadının sert topraklı amatör küme maçlarının oynandığı yan saha. Takım Adaletspor. Daha o zamanlar başladı yani adil olma, adaletli olma, adalet için yaşama bakışım, direnmem... İyi bir futbolcu olamadım. Gol attığımda oldu. Yedek kaldığımda. Sarı kartta gördüm. Kırmızı kartla hiç karşılaşmadım. Ayağıma tekme de yedim. Tekme de attım. Ama adam gibi spor yaptım. Kolayına kaçmadan, amatörce, sonuna kadar...Nefesim yettiğince, tekniğim, futbol bilgim elverdiğince... Yendim de yenildim de.. Farklı da yenildik, farklı da yendiğimiz oldu, nadiren de olsa.. Maça çıkarken bir limonu paylaşırdık bir arkadaşımızla..Maç bitince duş alma olanağı soğuk su ile olduğundan pek kolay da olmazdı.  Hepimiz birer ünlü futbolcu olmak istiyorduk. Adaletspor için mücadele ediyorduk. 30 sene geçmiş bile çarçabuk geriye dönüp bakınca....
Adaletspor Takımı...1982...oturanlar soldan ikinci...


23 Kasım 2015 Pazartesi

Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun....

Benim tanıdığım Öğretmenlerimin çağrısıdır C.Atıf Kansu'nun "Dünyanın Bütün Çiçekleri" adlı şiiri... Öğretmenlerime, öğretmen tanıdıklarıma, tanımadıklarıma ve bir şey öğretmek için çabalayan tüm öğreticilere selam olsun. Öğretmenler Gününüz Kutlu olsun. Onlara "Dünyanın Bütün Çiçekleri"ni getirseniz bile emeklerini ödeyemezsiniz. Öğretmenlerime şükran borçluyum. Ellerinizden hürmetle öperim... Sevgi ve Saygılarımla.. 



DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçekleri getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin… ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum.
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
Geniş ovalarda kaybolur kokuları…
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Ben bir köy öğretmeniyim, bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyorum gönlümde,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden
Ne güller fışkırır çilelerinde,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencilerimi istiyorum
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek seni, beni kimse bilmeyecek
Seni, beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta.

Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım.
Yurdumun çiçeklenmesi için, daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi ustum, örtün beni, yatırın buraya,

Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini,
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın,
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kop dağına göçen,
Yürükler yaylasında, Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin, bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Ceyhun Atuf KANSU

16 Kasım 2015 Pazartesi

Sandalyeler ve Masa...Yüreklerimiz...


dört sandalye, bir masa 
ve iki küçük gemici feneri ile 
geceye seslenen denizin kenarında 
çay içerek hayallerini konuşan 
dört kişiyi hatırladın mı Agop! 
gelecek ellerini uzatsalar 
dokunabilecekleri uzaklıkta gibiydi onlar için. 
yürekleri adımlarının önünde gidiyor gibi 
heyecan içindeydiler. 
öylesine bir gece, 
öylesine bir sohbet 
ve öylesine bir anı  paylaştılar. 
gece örttü üstlerini. 
üşüdüler ama seslenmediler...
masada gelecekleri kuruldu...
masadan ilk kalkanı yoktu gecenin. 
usulca gölgeleri çoğaldı 
ve gecede kayboldu. 
onlardan geriye kalan isimleriydi Agop!... 
masa yine öylece bekliyor... 
gece çoktan sabahın alacasına, 
kaderin kurulmasına uyandı bile. 
kısmetse Agop, bu gün balıktan dönerken 
yine söyleyeceğiz hep beraber...
"Dostların arasındayız, güneşin Sofrasındayız" 
ve yine hatırlayacağız.... 
bekleyeceğiz ve kısmetimizi denizden alıp, 
yarın yine denize vereceğiz...

15 Kasım 2015 Pazar

biteviye

Tek tek
Sıraladığımda
En cesur başkaldırı
Göz yaşlarım
Şöyle
Rahat rahat
Düşündüğümde
Umarsız bir şekilde
Islanmak istiyorum
Yağmur tanelerinde biteviye


11.06.2014

Yine Umutlandık Agop!


Yine umutlandık Agop!
Yollara düştük
Ellerimiz kızıl bir gökyüzü
Üzerimizde
Bulutların  gölgesi
Sıyrılmak için atıyorum
Adımlarımı geleceğe
Bir sevdaya bu yol
Bir umuda
Bir bir yazıyorum
Ve haykırıyorum
Her şey
Duvar dibinde
Sona erecek

25.03.2015
Karabük

Son dize

Bu  son dize

Söylenecek lafların

Gidilecek yolların

Çekilecek tespihin imamesine kadar

Ya sabır denilecek

Ve belki de

Vücuda gelen söylemlerin

Artık bir önemi olup olmadığı da

Söylense de

Bir şey değişip değişmeyeceği

Bil cümle

Yürek yangını da belli değilse

Yaz tahtaya

Bugün son kez imza atıldı diye

Belki ondan sonra adım atmak

Ve yağmurun sesinde

Sevişmek

Bir anlam kazanır

Bedenlerimizde ürettiğimiz sevgi

Ve gelecek ile

08.04.2015


Karabük


10 Kasım 2015 Salı

Son Kalaycı Ustası



Bundan bir yıl önce, Adil ile Samanpazarı'nda dolaştık. Son Kalaycı ustası... Adını söyledi ama hatırlayamadım şimdi. Oysa çok sevdiğim bir tümcedir. "Güllerden geriye kalan, sadece isimleridir" Umberto Eco "Gülün Adı"'nda der. Son Kalaycı Ustası artık bu mesleği hiç bir çırak yapmak istemiyor demişti. Ama işini yaparken ki, ciddiyeti ve emeği orada görmekle kalmayıp,  değerli fotoğraf sanatçısı, sevgili dostum Adil Alpkoçak,  kamerasından  aktardı sizlere. Meslekler kaybolurken anılara sahip çıkmak gerek gerçekten. Düşünsenize çocukluğunuzda olup da şimdi artık göremediğiniz ya da çok nadir gördüğünüz ama artık o eski hoş sedayı gönüllerimizde bırakmayan koz helvacıları. Ya da okulun önünde elma şekeri satan sokak satıcılarını. Daha bir çoğu sayılabilir mutlaka. Ama o gün Samanpazarı'nda son kalaycı ustası canla başla çalışıyordu. Ataşın harından, insanın emeğini resmediyordu tencerenin dibinde.. Ustalık zor, çırak yetiştirmenin artık daha zor olduğu, seri üretim zamanlarına geldiğimiz gelişen dünya ölçeğinde, bu dem son fasıl der gibi biraz da hüzünlüydü aslında. Ama sımsıcak yüreğinden gelen gülümseme ile bıyıklarının altından yarım konuşarak, artık kapatacaklarını da üzülerek duyduk. Son Kalaycı Ustası, Samanpazarı'nın Cumhuriyet yıllarından günümüze akan bir görüntüsü aslında. Anadolu insanının. Ahilik sisteminin çökmesi ile birlikte haliyle ustalık kalfalık ve çıraklık 'ta enstantanelerde kalan hüzünlü bir bakış günümüze gülerek. O gün bu gün aslında bir yıl  sonra... Ve Son Kalaycı Ustası'da önlüğünü çıkarıp, işlikten ayrıldığında, öksüz kalacak ... Yolun açık olsun Son Kalaycı Ustası...Hayata hep gülerek bağ böyle. Ömrün uzun, umudun daim olsun... 

8 Kasım 2015 Pazar

bir kere daha




bir kere daha 
diyerek
gecenin içinde kayboldu
bir kere daha...

özlemlerim
sokakların loş bir lambası gibi
soluklaştıkça
aklıma gelir 
bir kere daha..

yudumladığım çayın 
sohbetinde
bekler öyle saatim
oysa zaman hep aynı
bir kere daha

07.08.2015 Ankara

7 Kasım 2015 Cumartesi

Hüznün Müziği ve Şiir'in Dizelerinde Şairin Duygularına Dair



Şiir yazmanın, kendini ifade eden yanı ile gördüklerini, yaşadıklarını anlatan tarafı iç içe geçer. Bir zaman sonra hayaller ve kurgulamalar da dizelerin arasında ve giderek de ortasında yer alır. Bazen ön plana çıkar hatta bu kurgusal yapı. Ama hep duygular çevreler, sınırları belirler ve haykırır bir anlamda yaşadıklarını, umutlarını, hüzünlerini. Ben Jazın hüzünlü ironisi ile şiirin duygularının hep kesiştiğini düşünürüm. Yalın bir gerçeklik gibi dursa da şiirin kendisi. İçinde bir yolculuğa çıkarsın aslında. Hüzünlü bir yoldur şairin yaşadıkları. Dizelere dökülen kelimelerin umudu ile hüznü dans eder durur yüreğinde kimi zaman mutlu kimi zaman umutsuz. Ya da öylece bakar, karşısından geçen insanları ve olayları görmez gibi. Sanki kalabalıklar içinde yokluğu yaşar gibi. Epeyce bir sürünür, kelimeler öyle zamanlarda. Hatta güler bazen kendine. Bırakır gider bile. Hiç şaşırmaz ama hep bir farklı görme, analiz etme merakı da yer bitirir kendini. Yazar ama beğenmez. Bazen hiç yokmuş gibi yapar yazdığına ve bırakır öylece. Oysa bilir emeğin en yüce değer olduğunu ama beğenmez bu anlamda işlediği dokumayı. Döner yine müziğin hüznünde buluşur, yüreğinin hüznünü. Çalılıkta dolaşan kelimelerin canı yanmadan yan yana getirebilmek ve bir anlam ile ironiyi müziğin tınısında buluşturmak üzere yola çıkar. Çıktığı yolun sonunu bilir  ama kurguladığı dimağı onu yanıltır. Hatta küser kendine. Çıkar akıl aramaya. bulduğu vaki değildir. Ama peşindedir aklın ve hikmetin. Kayıp bir kelimenin peşinde koşar durur. Dizenin içindeki hüznün müziği tam olsun diye. Yok siz siz olun aldırmayın bu yazılanlara. Ruhunuz kararmasın. Yürüyün yol boyu en iyisi bu havada. Kış geldi mi zor. Ama kış geldi mi ortalık bembeyaz olduğunda hayat yeniler kendisini bunu da unutmayın. Aslında her kış insanın vicdanının temizlenmesi için örter her şeyi karın tertemiz beyazlığında. Belki de şiirin dizelerin de gizlenen hüznün de baharla birlikte coşması için bir çıkış yoludur. Kimbilir?  

Hındım Hamadımız Kesildi


Tarih nedir diye düşünmeye başladığımdan bu yana, yanlış üniversite okuduğuma da karar verdim. Yok üniversite sınavı öncesinde ki meslek seçimindeki yönlendirilmede ki yanlışlık ve eksiklik değil söylemek istediğim. Biraz geçmişin izinde bir insan, bir aile ve yaşanmışlıkların peşindeyim. Nereden gelip nereye yerleştiğimizin nedenleri ve niçinlerini merak ediyorum açıkçası. Sülalemizin öyle veya böyle 700 yıla yaklaşan bir seceresi var. Bilinen hikaye Eset'lerin Horasan'dan 1400' lü yılların başında Ürgüp' e geldiği... Türkmen boyu bunda şüphe yok. Belki bir oba değil, ama nüfuslu bir aile.  İşte tarih burada devreye giriyor. Merak ettiğim tarih, aslında bu tarihle sınırlı değil elbette. Yada öyle kuru kuruya bir tarih merakı değil. Tarihin gizemi ve sosyal yapısını irdelemek derdim. Hangi sebeplerle geldiler Ürgüp'e yerleştiler. Bunu çözebilmem olanaklı değil. Ama işte tarih Ürgüp'te Kayakapı Mahallesi'nde yüzyıllarca yaşayan bir ailenin yapısı ile iç içe geçen durumu açıklıyor. 14 odalı ve yaklaşık 100 yıllık olan ev, geldiğimiz noktada o tarihin sırlarını da saklamaya devam ediyor. Her ne kadar çatısı uçsa, bazı odaları ve iç duvarları yıkılsa da... Deprem olasılığı nedeni ile boşaltılan mahallede yalnızlığını yıllarca yaşasa da... İşte benim aradığım ve keşke dediğim tarih, işte o evde sembolleşiyor aslında. Esat Ağa Konağı. Ya da Aziz Yuhannes'in Evi. Evin altı ahır.Atlar, develer ve diğer büyükbaş ve küçükbaş hayvanların  da kalabildiği kadar ilginç bir yapısı var. Evde en son doğan Eset'li babam mı ya da halam mı bilmem ama, öndeki odalardan birinde doğmuş babam. Şimdi bu tarihin araladığı gerçeklerin hikayesi beni sarhoş ediyor aslında. Satır satır yazmak ve satır satır yok olmak gibi bir şey Tarih. Ayrıntıların arasından bir hayatı çıkarıp, geleceğe anlatmak...

Kimbilir, kaç kere Esat Dedem seslendi babama. Ve kim bilir ne anılar yaşandı. Yalnızlığın ve hayatın bileşkesinde artık o ev Devletin oldu. Kayakapi projesi ile mahallenin tüm evlerini restore ediyorlar. Esat Ağa Konağı olarak otel olarak hizmet verecek, diğer konaklar gibi.  Bizde uzaktan öyle bakacağız. Tarih ayrıntısını temizlemiş ve üzerini gerçekle örtmüştür bile. Bu anlamda tarih yüreğimde paramparça. Ve duygularım kapanan bir dehlizin başında içine bakıyor. Dehlizin derinliklerinde  tarihin gizlenmiş bir ışık gibi, her gece dam evde kimse yokken bile mum ışığın yanması gibi.... 

Kayakapı, dinle bu seslenişin ruhunda ki hüznün isyanını. Ellerimiz yanıyor, gözlerimiz buğulu ve tarihin terkedilmişliğinde bir yalnızlığın hikayesi daha bitiyor Kayakapı'da... Hındım hamadımız kesildi. 

5 Kasım 2015 Perşembe

Bilmemek Olmaz..


Yılı 1982, Ankara'dan İzmir'e doğru yola çıktığımda yaşadığım heyecan ve endişenin yaşandığı günler. Yaş 18...Ve gelecek önümde bitmez bir okyanus gibi duruyor. Amaç belli, meslek sahibi olmak. Ama buraya gelirken yaşadıklarım, yaptıklarım ve çabalarım aslında şu anki duygularımın, isteklerimin ve kendimin çok uzağında. Vicdanım rahat mı, rahat.. Sonuçta bir beklentinin karşılanması anlamında, kendi payıma düşeni gerçekleştirmiş durumdayım. Ama bu ben miyim işte onu o zaman bilmiyordum, şimdi anladım ki o ben değilim. Peki ben kimin, onu da daha bilemedim. Bilince söylerim tabi merak etme. Bilmemek de olmaz haklısın. Bilemedim işte... Ama bir yol edindim kendi payıma... Yoldan çıkmadan, yola çıktım da denebilir. Haliyle geç oldu farkındayım da, gelecekte öylece duruyor be.. Yaşanmak için. Hadi rastgele bakalım.  Gerçi çoktan olanlar oldu, ölenler öldü ama yine de bekliyor duvarın dibinde papatyaların sarhoşluğunda bahar... 

1 Kasım 2015 Pazar

Bir İzin Peşinden Yürüyebilmek...


Bazen yıllar sizden götürdüklerini, gurur verici örneklerle geleceğe sunarlar. Hukuk herkese gereklidir. Hukukçu olmak ise bembeyaz bir sayfanın en ufak bir kurşun kalem ucu bile değmeden yapılması gereken bir insanlık görevidir, hukukçunun vicdanıyla bütünleşen. Ailenizde bir hukukçu varsa bunu hep gözlemlemişsinizdir. Bu babanız ise, dedeniz ise, eşiniz ise daha bir anlamlıdır. Hele bir sülalenin büyüğü ise hayat bakışı ve yaklaşımları ile size gösterdiği hedef ve hayat terbiyesi aslında bir hukukçu gibi davranmanızı sağlamaya yöneliktir. Hukukçu olmasanız da... Böyle bir insanın hukukçu torunu olmak haliyle çok çok önemlidir. Görev ve hayat daha bir anlam yükler size. Ben oğlu olarak başaramadım hukukçu olmayı ama 2 torunu başardı. Bu anlamda babam ışıklar içinde rahat uyuyordur diye düşünüyorum. 


Hukukçu yeğenlerimden bir tanesi Avukat olarak haksızlıkların çözümlenmesinde Dedesi yolunda yürürken, güncel her olayın çözümlenmesinde kendi payınca hukuki açıdan mesleki girişimlerini ve gözlemlerini yapmaya çalışırken;  diğeri de Hukukun nasıl oluşturulması konusunda mesleki kariyerini akademik anlamda geliştirmeye devam etti. Ve sonunda bir kitap yazdı. Kitabın yazılması konusunda verilen emek ne kadar önemliyse, kitabın ithaf edilen kişiler özelinde ki duygusal mutluluğu ve gururu da çok çok güzel... Bu anlamda tertemiz bir sayfanın geçmişten gelen yaprakları artık artarak, bir defter olması dayıları olarak beni çok mutlu etti. Sağolun var olun...Huzur içinde uyu sevgili babacım...

31 Ekim 2015 Cumartesi

Kışın Soğuğu ve Geleceğe Uzattığın El


Akşam, kışın bir başka çöker günün üzerine. İnsan sesleri sokakları terk etmeye başlamış ve caddelerde koşuşturma ile evlerine ulaşmaya çalışan kalabalık azalmaktadır. Akşam ezanı başladığında sessizliğin içinde bir umut olur yüreklere, yaradana ulaşmak için. Hangi evde ne yaşanmaktadır, insanların mutlulukları, hüzünleri nedir bilinemez ama akşamın soğuğu herkesi biraz yalnızlaştırır aslında. Araba seslerinin belirsizliğini bekleyen gecenin ortasına dek sürecek bu zaman dilimi, kışın dörtnala gelen ayak sesleridir. Gündüz ile gece arasında oluşan sıcaklık farkı, insan ruhunda yarattığı gelgitlerle kol kola tüketir günü, ki yatağa girip ısınıncaya dek. Yüzümüze çarpan o soğuk havanın fütursuz tavrı karşısında ne kadar boynumuza dek kaparsak da giysimizi, üşümek çaresiz bir yaşam biçimidir... Belki bir sahlep ile içiniz ısınır ve sohbetin içinde kaybolursunuz..Ya da romantik bir ortamda kanyak içerek içinizi ısıtırken, yüreğinizin de sıcaklığı sizi umutlandırır gelecek için. Çoluk çocuk sobanın üzerinde kestane pişirilen günlerin özlemini anlatan bir büyüğünüz de kalmadı ise yakınlarınızda kışın soğukluğu daha bir yalnızlaştırır insanı. Ama eğer varsa böyle bir büyüğünüz onu aramanın aslında tam zamanı. Hatta gitmenin ve varsa ihtiyaçlarını gidermenin, anlatacaklarını dinlemenin en keyifli anıdır . Yollarda yürümek haliyle biraz cesaret ve belki de ellerinizde sevgi ile tutulmuş bir yürek ister. Yalnız ve belki de aklınız evde bekleyenlerde ise, yol çabuk geçer. Soğuk çoktan yenilir bekleyene olan özleme. Ya kimse yoksa, ya da olmadığı gibi bir umutsuzluk kışın soğuğu ile içiniz kapladıysa..İşte biraz zor gibi görünse de bu durum, belki de gecenin içinde gizlidir. Sımsıcak bir ortamın bekleyişi. Yo hepten ümitsiz ya da hayalci bir ümitle de değerlendirmeyin derim. Aslında emek sarf etmek gerek sanırım. Hani hep deriz emek en yüce değerdir. İlişkilerde de aslında ne kadar emek verirsen, karşılığını beklemeden. Ve o emeği hak edene de verdiysen. Değme keyfine... Kışın soğuğunda bile yaz gibi terlersin montun içinde. Ve ellerin uzandığı yerde bulur, paylaştığın emeğin özleminde, üretilen sevgiyi. Şimdi yazmanın tadı da burda başlıyor aslında. Yazıyorsun, anlatıyorsun ve hep aynı duyguyu yaşıyorsun. Saçma kelimeler geliyor aklına. Vazgeçiyorsun yazmaktan. Yazdıklarından uzaklaşıyorsun bir an. Sonra işe aklına geliyor ve yazıyorsun ... Soğuk bile durdurmuyor seni. Ama yağmur öylemi. Hep isterim yağmur yağmasını. Islanmak güzel şey. Islanmasını da bilmek gerek haliyle. İşte kışın soğuğu bana göre böyle gelişiyor, Eğer yaşamaksa derdin insan gibi.. Bay bayan fark etmez...Ama yaşıyorsan bir derdin olmalı hayatla.. Sorgulamalısın. Kışın soğuğu bile seni yolundan alıkoymamalı. Bu anlamda yolun açık, gönlün sevgi dolu olsun..Kışın soğuğu ile mücadelen de yüreğindeki sevda ve geleceğe umutla uzattığın el, hedefine ulaşsın...

29 Ekim 2015 Perşembe

"Adın Yazılacak Mücevher Taşa"





Bu cümlenin anlamını idrak edebilmek  için, sanırım ilk başta çok iyi bir tarih bilgisi ve bilinci ve Atatürk'ün Türkiye için önemini ve geleceğimiz için değerini ve yol göstermesini de kavramak gerekir. Mücevher taşa adını yazdırmak için yola çıkmayan bir insana bunu demek ne kadar anlamsızsa, O nun adının "mücevher taşa yazılması" ne kadar önemlidir aslında. Peki bu nasıl olacak... Elbet sevdiğimiz insanın adını parktaki ağaca  ya da banka yazdığımız gibi olmayacak. Bu farklı bir şey. Değerli bir şey. Aslında içinde minnet ve gurur var. Yürekten gelen bir saygı ve örnek alınacak bir rol model var. Hepsinden önemlisi Özgürlük var, Özgürlükkk... Hani "okulda defterime, sıraya ağaçlara yazarım adını" dediği gibi.... Cumhuriyet o mücevher taşın ta kendisidir. Cumhuriyet Onun adının yazıldığı bir destanın adıdır. Cumhuriyet o özgürlüğün, bir millet tarafından, O nun önderliği ile nasıl  gerçekleştirildiğinin adıdır. Mücevher taş... Cumhuriyet o mücevher taşın üzerinde 92 yıldır parlamaktadır Mustafa Kemal Atatürk'ün adının yazılmış gizeminde... Adın yazılacak mücevher taşa, Türk Gençliği haykırarak okuyacak her daim, o mücevher taşın üstünde yazılmış adını Atam... Yaşasın Cumhuriyet... Yaşasın Mustafa Kemal Atatürk.. Yaşasın o mücevher taşın üzerine adını yazan, ve Türk Gençliği'ne Ödev veren Mustafa Kemal Atatürk'e...Minnetle ve Şükranla...Saygıyla..92. yaşın kutlu olsun  Türkiye....

27 Ekim 2015 Salı

Agop ile Ürgüp'ten Prokopi'ye... Barışa Yolculuk....


Agop, çayı demledim ve öylece bakıyorum Kayakapı'ya doğru Temenni Tepesi'nden.. Haliyle sonbaharın kışa dönen yüzünün soğukluğunda içtiğimiz çayların keyfindeydi sohbetlerimiz... Demlik demlik çayı tüketip de Kayakapı'nın o yalnız haline iç geçirirdik. Oysa bir dönem Ürgüp'te Kayakapı'nın Seslenişi ile günler geçerdi... Deden Niko ile Esat Dedem'in Bağa giderken hoş sohbetleri ve birbirlerine takılmaları sanki Kayakapı'nın boş sokaklarında çınlar gibi şimdilerde... 



Hatırlarsın Aziz  Yuhannes yaşardı o Kayakapı'nın dam evlerinde... Gittiniz Agop , Prokopi oldu yaşadığınız yerin adı. Geçen sene sizin orda kucaklaştığımızda yıllar sonra, göz yaşlarımızla yıkadık geçmişin özlemlerini de dinmedi yine de...Kaldı geleceğe yine be ... Bak Yuhannes'in Dam evinden gelen ışık hala duruyor Kayakapı'da. Esat Dedem'in evinin yanında...


Peri bacalarının yıllara meydan okuyan ay ışığındaki seslenişinde yaşanmış bir dostluğun öyküsüdür Kayakapı'da Agop'la yaşadıklarımız... Ürgüp'ten Prokopi'ye bir ses, bir özlem ve bir umuttur barışa uzanan ellerimiz...Agop....

İmza Günü

İmza günü ....))) Kuzen Selim'in evinde, Adnan'ın kamerasından ...Tandoğan'da Atamıza yakın minnetle ve saygıyla....Ayşen'in hazırladığı güzel yiyeceklerle ... Şiir kitabımı imzaladım Agop, eh sende olaydın iyiydi...

19 Ekim 2015 Pazartesi

Atatürk Liseli Olmak Ayrıcalıktır..

1979-1982 yılları arasında Ankara Atatürk Lisesinde okudum. Adının Atatürk olmasının gururu ve sorumluluğu bütün liseyi sarmış gibiydi daha ilk adımımı attığımda bahçeye. Her anı her yılı ayrı bir güzel ve özel geçen, her türlü haksızlığa direnen ve özgürce fikrini söyleyen genç insanlardık. Arkadaşlarımız, Değerli Hocalarımız, anılarımız ve tabi ki aşklarımız. Özlemlerimiz ve efil efil esen rüzgarda seslenişimiz. Hepsi hepsi geride kaldı. Ama hiç dinmedi o yıllara, dostlara ve özgürlüğe olan duygularımız ve tabi ki sevdalarımız. Hele hocalarımızla geçen derslerin iyi kötü anıları. Hepsini 2015 de bulma umuduyla gittim yıllar sonra, Hocalarımızı, arkadaşlarımızı ve Ankara Atatürk Lisesinin o havasını yaşadım yeniden.











18 Ekim 2015 Pazar

Adres... Kayakapı'nın Seslenişi'nden




bir adres verdiler
gidilip asla dönülmeyen…
yollarında
çocukların oynamak istemediği,
küskün çiçeklerin açmadığı,
bir yer verdiler …
umut orada sonsuzluktu…
yürek kimsesiz bir çocuk…
gözyaşları suluyordu gönülleri
öylesi bir adres verdiler…
nefesim çoğu zaman
daralıyordu orada..
vücudumdan her gerildiğinde
insan sesleri geçiyor,
ellerim tutacak bir şeyi aramaktan
yoksun bir durumdaydı ki,
orada,
saçlarımı aldılar yirmisinde
altmışımdaymışım gibi

29.01.1988

Bugün Pazar...Nazım Hikmet Ran


Bugün pazar. 


Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar. 

Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün 

Bu kadar benden uzak 

Bu kadar mavi 

Bu kadar geniş olduğuna şaşarak 

Kımıldamadan durdum. 

Sonra saygıyla toprağa oturdum, 

Dayadım sırtımı duvara. 

Bu anda ne düşmek dalgalara, 

Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım. 

Toprak, güneş ve ben... 

Bahtiyarım...

Nazım Hikmet Ran....

Barcelona'nın dar sokakları


Barcelona'nın dar sokaklarında kaybolmak üzere gitmek güzel bir şeydir aslında. Haliyle bir Floransa değildir. Her yanı sanat kokan. Ya da bir Paris değil bohem bir yapının aşkla bezenmesi gibi. Ya da bir Venedik değildir. Şehvet ve gizemin erosla dansını yapması gibi. Başka bir şey vardır Barceelona'da. Çokca bize benzer. Akdeniz iklimi insanları sıcakkanlı yapmaktadır. Ama Katalanların milliyetçi duygularını da hissedersiniz her yere astıkları Katalunya Bayraklarından dolayı. Hiç rahatsız da etmez bu tavır. Çünkü her şey düzenli ve yaşamaya dönüktür. Hareketli ve enerjiktir. Çok iyi korunmuş bir şehirdir Barcelona....Her yanında eski taş binalar, geçmişe meydan okur gibi sanki yeni yapılardır. Sokaklarda dolaşırken, önünüze çıkan  değişik dükkanlar,cafeler ve Barcelona'nın olmazsa olmazı meşhur Tapaz çeşitleri her köşeden sizi çağırır adeta... Ve tabi ki Sangra ile güzel bir yemek molası öğlen ya da akşam sizi bekler o sokaklarda. Meydana çıkan sokaklarda ne kadar dolaşırsanız dolaşın hep aynı noktaya gelmeniz ya da gelememeniz aslında tamamen sizin o sokaklarda kendinizi kaybetmeniz ile ilgili gibi görünür...Ama bir heyecanla dolaşırken rastladığınız her şeyi görmek ve fotoğraflamak olayın ayrı bir yanıdır. Barcelona'nın sokakları aslında, gezilmesi gereken yerlere sizi götüren sessizlikle gelmenizi bekleyen hayatın gizemli yolları gibidir. Ve yollar sizi Barceleno'da o kadar çok yere götürür ki aklınız hangi görülmesi yere gitseniz de, o sokaklarda havayı yaşayarak yürümenin güzelliğinde kalır. Eh tabi bir de açsanız Tapaz ve Sangra...




16 Ekim 2015 Cuma

Hayalin Peşinde Koşmak

Küçük yaşlarda sabahları erkenden haberlerin sesi ile uyandığım zamanlardan, on beşli yaşlarda kitap okumaya ve sorgulamaya başladığım gençlik yıllarıma kadar; düşündüklerimi çocukça bulurum. Ama Nazım'la tanışınca, başladı bendeki şiir tutkusu. Hep okudum, ama hiç yazmadım....Sonra aşık da oldum ama yine yazmadım. İlk şiirlerimi Üniversite yıllarında yazmaya başladım. Kitap, dergi ve gazete okumak hayatımızın günlük planlaması içinde temel taşları olduğu zamanlardı. Şiirlerimi önceleri pek kimseyle paylaşmadım ve daha sonra da şiir yazmanın ayrı bir özel çaba gösterilmesi gereken bir çalışma olacağını düşündüğüm içinde bıraktım şiir yazmayı...1984-1991 yılları arasında yoğun olarak şiire yoğunlaştığım yıllar olarak hatırlarım. Biraz hüzünlüdür şiirin dizeleri arasında nakış gibi ince ince işlenen duyguları anlatmak ve okumak. Ama güzeldir. Yaşadığını hissedersin. 

Bir zaman sonra ki, epey bir zaman sonra; tekrar dokundum sazın teline... bu kez çalan müziğin tınısı farklıydı. Bu kez Agop, senin ardından kaç kış kaç yaz geçti hatırlamıyorum ama ilk dize döküldüğünde kalemimle kağıda, yazdım artık ne varsa... Artık tarih 2012 ye gelmişti. aradan geçen zaman dilimi; artık başka türlü vuruyordu sazın tellerine... 

Yazmak ve paylaşmak öne geçmişti artık. Paylaşmak giderek hayallerimi süsler oluverdi. Ve bir sesin anlatılması hikayesini "Kayakapı'nın Seslenişi" olarak paylaştım. 

Şiir Kitabım olması hayalimi böylece gerçekleştirmiş oldum. Ancak bir kitap evi aracılığı satışı yapılmıyor. Şimdi yeni bir hayalin peşinde koşmaya başladım... Agop, bir sus be , geliyorum...Ha unutmadan, Agop'u çok merak ediyorsanız eğer, en yanınızda olan gerçek ya da hayal, gerçek bir dosta bakın derim. Sonuçta Agop bu gece de masa da sandalyen öyle duruyor...Gelmedin yine...Ben başladım şiirlerimi okumaya...