30 Ağustos 2015 Pazar

Kahvenin Tadında Zafer Bayramı


 Belkahve'de içilen o kahve tadında,
 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun...

Kurtuluş Savaşı Destanı

SEKİZİNCİ BAP

26 AĞUSTOS GECESİNDE SAATLAR
İKİ OTUZDAN BEŞ OTUZA KADAR
ve
İZMİR RIHTIMINDAN AKDENİZ'E
BAKAN NEFER


Saat 2.30.
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
                  ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin,
                     gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
                        daha yakın,
                                daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
                 evimize, aşkımıza ve kendimize dair
                                       sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
                seyrediyordu Kocatepe'den
                        dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Düşman üç saatlik yerdedir
ve Hıdırlık-tepesi olmasa
        Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
Küzeydoğuda Güzelim-dağları
ve dağlarda tek
                        tek
                            ateşler yanıyor.
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
                   şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
Akarçay belki bir akar su,
                        belki bir ırmak,
                               belki küçücük bir nehirdir.
Akarçay Dereboğazı'nda değirmenleri çevirip
                            ve kılçıksız yılan balıklarıyla
                                    Yedişehitler kayasının gölgesine girip
                                                                                   çıkar.
Ve kocaman çiçekleri eflâtun
                                       kırmızı
                                               beyaz
ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
                              haşhaşların arasından akar.
Ve Afyon önünde
                       Altıgözler Köprüsü'nün altından
                                         gündoğuya dönerek
ve Konya tren hattına rastlayıp yolda
Büyükçobanlar Köyü'nü solda
                        ve Kızılkilise'yi sağda bırakıp
                                                           gider.
Düşündü birdenbire kayalardaki adam
kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
Kim bilir onlar ne kadar büyük,
                      ne kadar uzundular?
Birçoğunun adını bilmiyordu,
yalnız, Yunan'dan önce ve Seferberlik'ten evvel
Selimşahlar Çiftliği'nde ırgatlık ederken Manisa'da
                  geçerdi Gediz'in sularını başı dönerek.
Dağlarda tek
                    tek
                         ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
        güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : «Üç,» dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
Saat 3.30.
Halimur - Ayvalı hattı üzerinde
                                 manga mevziindedir.
İzmirli Ali Onbaşı
(kendisi tornacıdır)
karanlıkta gözyordamıyla
         sanki onları bir daha görmiyecekmiş gibi
              baktı manga efradına birer birer :
Sağda birinci nefer
                         sarışındı.
İkinci esmer.
Üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
             yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
                           tezkere alıp Urfa'ya girdiği akşam.
Altıncı,
inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtıyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
                                       ona «Deli Erzurumlu» derdiler.
Yedinci, Mehmet oğlu Osman'dı.
Çanakkale'de, İnönü'nde, Sakarya'da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
                        daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci,
              İbrahim,
                           korkmıyacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
                                 birbirine böyle vurmasalar.
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki :
tavşan korktuğu için kaçmaz
                       kaçtığı için korkar.
Saat 4.
Ağzıkara - Söğütlüdere mıntıkası.
On ikinci Piyade Fırkası.
Gözler karanlıkta, uzakta.
Eller yakında, makanizmalar üzerinde.
Herkes yerli yerinde.
Tabur imamı
mevzideki biricik silâhsız adam :
                                   ölülerin adamı,
kırık bir söğüt dalı dikerek kıbleye doğru,
durdu boyun büküp
                            el kavuşturup
                                                sabah namazına.
İçi rahattır.
Cennet, ebedî bir istirahattır.
Ve yenilseler de, yenseler de âdâyı,
meydânı gazadan o kendi elleriyle verecektir
                        Cenâbı rabbülâlemîne şühedâyı.
Saat 4.45.
Sandıklı civarı.
Köyler.
Sarkık, siyah bıyıklı süvari,
çınar dibinde, beygirinin yanında duruyordu.
Çukurova beygiri
                      kuyruğunu karanlığa vuruyordu :
                                      dizkapaklarında kan,
                                      kantarmasında köpük...
İkinci Süvari Fırkası'ndan Dördüncü Bölük,
atları, kılıçları ve insanlarıyla havayı kokluyor.
Geride, köylerde bir horoz öttü.
Ve sarkık, siyah bıyıklı süvari
                     ellerinin tersiyle yüzünü örttü.
Karşı dağlar ardında, düşman elinde kalan
                           bir başka horoz vardır :
baltaibik, sütbeyaz bir Denizli horozu.
Düşmanlar herhal onu çoktan kesip
                                   çorbasını yapmışlardır...
Saat beşe on var.
Kırk dakka sonra şafak
                                 sökecek.
«Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak».
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde,
On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti
ve onların genci, uzunu,
Darülmuallimin mezunu
                                  Nurettin Eşfak,
mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak
                                                    konuşuyor :
        -Bizim İstiklâl Marşı'nda aksıyan bir taraf var,
        bilmem ki, nasıl anlatsam,
        Âkif, inanmış adam,
        fakat onun, ben,
                 inandıklarının hepsine inanmıyorum.
        Meselâ, bakın :
        «Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.»
        Hayır,
        gelecek günler için
                            gökten âyet inmedi bize.
        Onu biz, kendimiz
                           vaadettik kendimize.
        Bir şarkı istiyorum
                             zaferden sonrasına dair.
        «Kim bilir belki yarın...»
Saat beşe beş var.
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı :
                      Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
Topçu evvel mülâzımı Hasan'ın
                                           yaşı yirmi birdi.
Kumral başını gökyüzüne çevirdi,
                                            kalktı ayağa.
Baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
Şimdi bir hamlede o kadar büyük,
                               öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hâtırasını
                      ve yedi buçukluk bataryasını
                                       ağlanacak kadar küçük buluyordu.
Yüzbaşı sordu :
- Saat kaç?
- Beş.
- Yarım saat sonra demek...
98956 tüfek
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün âletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
Birinci ve İkinci ordular
                            baskına hazırdılar.
Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
                                beygirinin yanında duran
                                sarkık, siyah bıyıklı süvari
                                kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nurettin Eşfak
                baktı saatına :
- Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle
                 ve fecirle birlikte büyük taarruz...
Sonra.
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
Bunlar :
           Karahisar güneyinde 50
                              ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.
Sonra.
Sonra, düşman ordusu kuvâyi külliyesini ihâta ettik
                                                    Aslıhanlar civarında
                                                             30 Ağustosa kadar.
Sonra.
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis :
Alaturka sopa yemiş bir temiz
ve sırmaları kopuk frenk uşağı...
Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı.
Nurettin dedi ki : «Teselyalı Çoban Mihail,»
Nurettin dedi ki : «Seni biz değil,
                            buraya gönderenler öldürdü seni...»
Sonra.
Sonra, 31 Ağustos günü
                    ordularımız İzmir'e doğru yürürken
serseri bir kurşunla vurulan
                          Deli Erzurumluydu.
Devrildi.
Kürek kemikleri altında toprağı duydu.
Baktı yukarı,
baktı karşıya.
Gözler hayretle yandılar :
önünde, sırtüstü, yan yana yatan postalları
                            her seferkinden kocamandılar.
Ve bu postallar daha bir hayli zaman
üzerlerinden atlayıp geçen arkadaşların arkasından
seyredip güneşli gökyüzünü
ihtiyar bir muhacir karısını düşündüler.
Sonra...
Sonra, sarsılıp ayrıldılar birbirlerinden
ve Deli Erzurumlu ölürken kederinden
                       yüzlerini toprağa döndüler...
Solda, ilerdeydi Ali Onbaşı.
Kan içindeydi yüzü gözü.
Bir süvari takımı geçti yanından dörtnala.
Kaçanı kovalamıyordu yalnız
                      ulaşmak da istiyordu bir yerlere
ve sadece kahretmiyor
                      yaratıyordu da.
Ve kılıçların,
                  nalların,
                             ellerin
                                      ve gözlerin pırıltısı
                ardarda çakan aydınlık bir bütündü.
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
ve şu türküyü duydu :
        «Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
          Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
                                      bu memleket bizim.
          Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
          ve ipek bir halıya benziyen toprak,
                                      bu cehennem, bu cennet bizim.
          Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
          yok edin insanın insana kulluğunu,
                                      bu dâvet bizim...
          Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
          ve bir orman gibi kardeşçesine,
          bu hasret bizim...»>
Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik
ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.
Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki lâyığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
                                    suda balık,
                                                    havada kuş kadar
                                                                  çokturlar;
korkak,
            cesur,
                     câhil,
                             hakîm
                                      ve çocukturlar
ve kahreden
                 yaratan ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların mâcereları vardır...



Nâzım HİKMET


                                                    939 İstanbul Tevkifanesi,
                                                    940 Çankırı Hapisanesi,
                                                    941 Bursa Hapisanesi.

28 Ağustos 2015 Cuma

Bartın Yolu Nereye Gider

Bartın Yolu'nda geçen günlerin fotolarını paylaşmanın zamanı geldi. Yolun İki tarafının ağaçlarla çevrelenmiş olmasının her mevsim görülmesi gereken manzaralarını kaçırmayın. Çünkü bu manzara sizi başka bir güzelliğe doğru götürür...Yolunuz Bartın'dan da geçip Amasra'ya  doğru yol alırsanız, balık, deniz ve sohbetin, rakı ile ile demlenmiş büyük sözünü dinleyebilirsiniz. Tabi Karabük üzerinden gitmeniz gerek. Bu yolun yeşillikleri arasından geçebilmeniz için. 



23 Ağustos 2015 Pazar

Daha Gidecek Yolumuz Var


daha

gidecek yolumuz

yazacak fikrimiz...

paylaşacak günlerimiz var

dedi Agop...

vurdu şaraba...

sildi ağzını

gömleğinin koluyla...

şöyle baktı denize doğru...

martıların sesinden çıt yoktu...

oysa çokta olduydu bu sessizlik…

balığa çıkan teknelerin dönmesini beklerken ,

yazdıklarını

boşalttığı şarap şişesine koyup...

ağzını doldurarak küfür etti

her zamanki gibi...

denize bıraktı...

ulaşırdı belki de

karşı kıyıdaki sevdiğine



mart  2015 Karabük

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Turgut Uyar'ın Anısına .... Senfoni....





Önce sesin gelir aklıma 
Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm 
Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli 
Sonra cumartesi günleri gelir 
Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum 
Bir yağmur yağsa da, beraber ıslansak. 

Kırk kere söyledim bir daha söylerim 
Savaşta ve barışta, karada ve denizde, 
Düşkünlükte ve esenlikte 
Zamanımız apayrı bize göre 
Yanyana olduk mu elele 
Aç kalsak ağlamayız biliyorum. 

İçim güvercinleri okşamış gibi rahat 
Sen yanımdayken ister istemez 
Geniş meydanlarda akşam üstleri 
Üstüste üç kere deniz, üç kere çınarlar. 

Sen yanımdayken ister istemez 
Uzak ırmakları hatırlıyorum. 

Arasıra düşmüyor değil aklıma 
Yabancı kadınların sıcaklığı 
Ama Allah bilir ya, ne saklıyayım 
Yanında ihtiyarlamak istiyorum... 

Turgut Uyar....

21 Ağustos 2015 Cuma

Kılıç Gibi


aldım geceyi
saklandığı yerden çıkarıp
aramıza
bir kılıç gibi
ellerimle koydum…

ne pratik bir zekam var
nede aptalım ama
gel gör ki
gece
yan yatmış
ve indi gündüze
güzelliğin
paylaşılan
zamanını aldı
benim
çaresiz şaşkınlığımdan

23/07/1989


20 Ağustos 2015 Perşembe

Roma 'da Sokak Sürprizleri

Roma'da ki tüm sokaklarda sürprizlerle karşılaşırsınız. Şehrin her tarafında tarih farklı akar kendinizi bırakırsanız.  Aslında kıyafetleri, hareketsiz ama sizinle göz teması kuran duruşları ile oldukça etkilerler. Gülümser gibidirler, somurturlar ya da kendilerinden geçmiş bir haldedirler. Ama yaşamın içinde Roma'da sizinle ilgilidirler. Parlak kıyafetleri aykırı gibi dursa da oluşturdukları konsept ile Roma Sokaklarının sürpriz  hareketsiz aktivitesidirler. Sanırım bir euro vermeden geçmezsiniz :) 

18 Ağustos 2015 Salı

Sıcaktan Soğuğa Doğru



Sıcaktan bunalmış ve havaların serinlemesini istiyor olabilirsiniz. Sonbaharın serinliği, yağmurları derken kış geldiğinde de soğuktan ve koşullardan şikayet etmeye de meyilli olduğunuzu düşebiliriz. Bolu Gölcük... Siz bu olanağı her sene sağlamaya hazır olarak Kartalkaya tarafında sizi bekleyen bir yayladır.

Kitap Okuyalım ve Öneriler


Kitap okumak bizim kuşağın en temel ihtiyacıydı. Kitabevine  gider uzun uzun kitapları inceler ve mutlaka bir kitap alıp çıkardık. Buluşma yerlerimiz kitap evleriydi. Doğum günlerimizde istediğimiz kitapları nazımız geçen arkadaşlarımıza aldırırdık. Hatta kitap değiş tokuşu yaparak okuyup, üzerinde konuşmak önemli bir gündemdi bir zamanlar. Haliyle kuşaklar arasında tercihler değişiyor.  Ama bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabilmek olanaksız. Bilginin elde edileceği yerde kitaplar doğal olarak. Ancak teknoloji artık bize e-kitap olanağı da sunmaya başladı. Aynı tadı aldığımı söyleyemem. Bununla beraber önünde durulamaz bir güç teknoloji. Doğru kullanmak faydalı tabi ki. Teknoloji doğru kullanabilmek için de yine de ne okuyacağız sorusu gündemde. Bu konuda her yaşta kitap okumak en güzel şey olduğuna inananlardanım. Gençleri de inandırdığımız ölçüde geleceğimize daha güvenli bakacağımızı düşünüyorum. O nedenle özellik lisede okuyan genç kuşak için çeşitli yazarların önerilerini size aktarmak istiyorum. Umarım bu kitapları edinir ve okursunuz sevgili gençler...Ve her daim genç kalanlar..Kitap okuyanlar..

Ahmet Ümit'in önerdikleri :

* Küçük Prens ..Antoine de Saint Exupery
* Memleketimden İnsan Manzaraları .. Nazım Hikmet
* Binbir Gece Masalları
* Alemdağ'da Var Bir Yılan .. Sait Faik Abasıyanık
* Bereketli Topraklar Üzerinde .. Orhan Kemal
* Damda Deli Var .. Aziz Nesin
* İnce Memed .. Yaşar Kemal
* Don Kişot .. Cervantes
* Suç ve Ceza .. Dosteyevski
* Günlerin Köpüğü .. Boris Vian

Semih Gümüş'ün önerdikleri :

* Malte Laurids Brigge'nin Notları .. Rainer Marie Rilke
* Dönüşüm  .. Kafka
* Çavdar Tarlasındaki Çocuklar .. J.D.Salinger
* Fareler ve İnsanlar .. jonh Steinbeck
* Sineklerin Tanrısı .. William Golding
* Kırmızı Pazartesi .. G.G.Marquez
* Eve Dönmenin Yolları .. Alejandro Zambro
* Son Şiirler .. Nazım Hikmet
* Kuşlarda Gitti .. Yaşar Kemal
* O/Hakkari'de Bir Mevsim .. Ferid Edgü

Doğu Yücel'in önerdikleri :

* Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında .. Haruki Murakomi
* Otostopçunun Galaksi Rehberi .. Douglas Adams
* Yeraltından Notlar .. Dostoyevski 
* Kozmos .. Carl Sagan
* Yürek Söken .. Boris Vian
* Kasabanın En Güzel Kızı .. Charles Bukowski
* Çavdar Tarlasındaki Çocuklar .. Solinger
* Yazma Sanatı .. Stephan King
* Fahrenheit 451 .. Ray Brad Bury
* Beni Asla Bırakma .. Kozmo İshiguro

14 Ağustos 2015 Cuma

Geçmişteki Bir Olaya Geçmişte Yazılmış Bir Mektup



Sevgili Irmak-,

Gecenin alışılmış ritmini bozan çığlık,
Ölüm sözcüğünün kurşuna dizilişidir “O” duvarın dibinde…
Çığlığın ürküttüğü umarsız suskunluk,
Öğrenecem mi seslerin tınısını?
Helal Olsun ! Canım kardeşim.
Kanadına bindir bizi
Ağırlığımıza rağmen, yeşerttiğin çiçeklerle…

Üstün’ün bütün karşı çıkışlarına rağmen, bu şiiri ürettik size (sana). Ankara’dayız  ve yaşam tekerleksiz bir kütlenin düz olmayan bir zeminde sürüklenişi gibi örseleyici.
                Ulan hıyar sana mektup yazmakta ne kadar zorlanıyoruz. Esat duygularımızı tam yansıtamadığımızdan bahsediyor. Bense her birimizin sana ilişkin duygularını ayrı ayrı yazması düşüncesindeyim. Akif ise bu mektubu yazma konusundaki tartışmalarımızı sana yazmamızı öneriyor. Caner her zaman ki düşünüyor.(düşünme molası)Her gün yanı başımızdan umarsızca geçip giden coşkusuz rüzgarın  (çok seviyorum şu coşku lafını) geri dönüp olanca gücüyle yüzümüze çarpmasıydı senin haberin.
                Sendeledik (Caner uzun suskunluk döneminden sonra cikletlerin içinden çıkan şiirleri aratmayacak şeyler söylemeye başladı). Esat karşımda bütün haşmetiyle oturuyor. Düşündüğümüzü düşünerek düşündük ki düşünmemiz gerek.(Ne anlama geliyorsa) Akif “ Herkes bir Atasözü yazsın “ dedi. Benim netliğim karşısında bu adamların belirsizliğini bilmem anlayabildin mi?(bana ithaf) Bu lafın ardından protesto gösterileri ile karşılandım. Bunları aşağıda bulacaksın. Akif’ten “bir kadın seni boynuna taktığın fular(fular kavramı üzerine bir tartışma açıldı. Akif ona yemeni bozuntusu diyor. Esat’a göre ise Üstün’ün aksesuarı. Bu arada Esat bir gerçeğe parmak bastılar. “mektup konusu da fular pardon Üstün olmaya başladı” dedi. Tekrar (söze dönüldü) dan çekip netliğin yüce ağacına bağladı. Sen orada otlanıyorsun. Caner’den “ öyle bir netlik ki bukalemun netliği, rengi bile belli değil fuları gibi.” Esat’tan “yağmurlu bir havada yerin kuruluğunu iddia eden bir netlik” Bu söylediklerini hiç üzerime alınmadım. Aslında bu adamların temel sorununu ben biliyorum. Bu da yoğun bir cinsel açlık. Kadınların lokavtına yenik düştüler. Irmak Kardeş, şu anda hem saçmalıyoruz, hem de bu saçmalıklarımıza kahkahalarla gülüyoruz. Ciddileşme kararı aldık. Ulan Kıl vay anasını lan ! yukarıda aldığımız ciddileşme kararı terörist bir eylemle bozuldu. Büyük bir coşkuyla mektuba başladık ama kolektif bir şeyler üretme alışkanlığımız olmaması sonucu ortaya özgün bir saçmalık çıkarttık. Aslında sana ciddi ciddi şeylerden  bahsetmek istiyorduk fakat kendi içimizdeki karamsarlığın  ve coşkusuzluğun bir kez daha çarpıcı biçimde ayrımına vararak işi gırgıra döktük. Anlıyor musun ?
                Sizlerin eyleminizi yürekten destekliyoruz ve bu şiiri size atfediyoruz.
                Selam olsun sizlere….
AKİF      ESAT      CANER         ÜSTÜN

NOT : Yukarıdaki şiirin dizeleri hepimize aittir, hangi dizelerin kimin tarafından yazıldığını bulunuz.

13 Ağustos 2015 Perşembe

Tara



Tara
Tara
Tara
Saçını
Ağla ve
Ağlat
Gözlerinin
Anlamsız
Bakışlarını
Yak
Bir tutam
Dedemin
Umutlarını

Kar Taneleri




Son baharda uğurladım
Bahar dalı olmuş saçlarını
Gözlerinde
Büzülmüş
Bir torbanın
İçindeki anılar
Yılları tüketip
Umarsızca eridiler
Kar taneleri gibi

Satır Arası




Satır 
Aralarında
Yatıyor
Uslanmaz 
Bir öfke gibi
Sana olan 
Özlemim
Cümle başlarında hep
Seni sevdiğim 
Yazılı
Sekiz sütuna
Manşetten giren
Haber gibi


Bir Solukta Yaşa

Bir solukta yaşa
Özlemli günlerin ozanı
Öyle gökyüzünü 
ya da bulutları
Yağmuru fırtınayı
Lapa lapa yağan karları
Ananın akça pakça gelinini
Beyazlara boyadığın prensesini
Sevecenini unutma
Hepsini bir solukta yaşa
Sen ki bu yalnızlığın odasında
Yenilmeye değil
Ozan olmaya geldin

Ayna Tutuyoruz

Ayna tutuyoruz
Karşılıklı durup birbirimize
Sen gülüyorsan
Ben mutlu oluyorum
Sen hüzünlüysen
Ben üzgünüm
Sonra bırakıp aynayı
Salıncakta sallanıyor
Vücudumuz
Her şeyi
Boş verip


07.05.1989

Yazmak Zorundayım


Ne yapıyorsun sen. Ayaklarımı yerden kesiyorsun, havalarda uçuyorsun, dudaklarımı yarım öpücüklerle dolduruyorsun. Beni Kaf Dağının arkasına uçuruyorsun. Ne var orada, kim var orada. Bu dünyayı bırakıp nereye gidiyoruz söylesene. Ellerim yanar, döner benim ellerim, ellerim, ellerimde kendi ellerim. Konuşmaz ağzım, söylemez dilim. Öyle bakıp duran, sessiz, çırpıntılı gözlerim. Hani gözlerin, nerede seninkiler. Öyle bulutlu ki, yüzün göremiyorum seni. Dokunuyorum hiç sesin çıkmıyor. Sonra bir çift el uçuruyor beni göklere. Pamuk gibi duran buluttan bir parça koparıp geri dönüyorum. Sonra pamuk helva oluyor. Yarısını sana vermek istiyorum. Dünya, insanlar, kardeşler, eşitlik el ele sloganıyla. Neredesin, seni göremiyorum. Birden yüzüm, dudaklarım binlerce öpücükle doluyor. Yağmur gibi gökten öpücük yağıyor. Saçlarım, vücudum, ellerim, kirpiklerim ıpıslak oluyor, bu coşkulu yağmur sonrası. Ve çıkan gök kuşağının altında silinme gereksinimi duymadan, kurumak amacıyla bir taşın üstüne oturuyorum. Biri yine ellerin, fısıltıyla, ver onları bana; ver benimkilere karışsın seninkilerde. Güzellik diyor, aşk diyor, tutku diyor, gelecek diyor. Elimi avucuna tıkıyorum telaşla ve ona üç küçük maymun masalını anlatıyorum. Şu kirli çay deresinde, burnu sümüklü çocukları gösteriyorum. Uzakta suyun kenarında çıplak ayakları, pisliklere bulaşan çocukların ellerindeki uçurtmaları söylüyorum. Hadi gel onları da uçuralım diyorum sana. Öylece bakıyorsun çevrene şaşkın, sonra yeniden yok oluyorsun. Senin benim üstümden attığın çuvaldaki  öpücüklerden, bende onlara atmak istiyorum. Silkiyorum, gökten tek tük bir iki öpücük düşüyor.Gerisi boş, ses değil; çıtırdı bile yok. Duyulmuyor evrende öpücüklerinden bir tını. Üzülüyorum, çocuklara erişemediğim için. Seni havaya fırlattığım da üzerinde pembe çiçekli elbisen var. Etekleri döndükçe açılıyor, açılıyor. Yanımda, yöremde ne kadar kötülük varsa, bir kılıf olup örtüyor üstlerini. Bir seviniyorum, bir seviniyorum; gelip atılıyorum kollarına. Ne çok seviyorum seni ve ne çok seviyorsun sen beni. Hayır bırak beni sevme. Tarla da bu mevsim kadınlar pamuk topluyorlar. Gel el ele verip, onları sevmeye gidelim. Bulutlar arabamız, güneş umudumuz.Göz açıp kapayıncaya kadar oradasın. Ve hemen yanında tarlaya getirilip , unutulmuş gibi duran; ağzı emzikli çocuğu öpüyorsun.Onu emziriyorsun,  sütsüz göğüslerini sütle doldurup veriyorsun ağzına…Uzakta salına salına geliyor bebeğin anası….Ellerim düşüyor boşluğa ve kaybolup gidiyorsun pamuk tarlasında…

20.09.1988

12 Ağustos 2015 Çarşamba

İstatistik Verilerle Blog'um



Bir aydır yazıyorum. Şiirlerimi, denemelerimi, gördüğüm yerleri ve anı kırıntılarını. Yazmak güzel bir şey. Paylaşmak da heyecanlı. Geldiğim noktanın özeti yukarıda. Gideceğim yerin ne olacağını ise beraber başaracağız. Şiir yazmak ya da yazmaya çalışmak yağmur altında ıslanmak gibi.. İnsanın ıslandıkça ruhu yıkanıyor. Duyguların kağıda harf harf düştükçe köşe taşlarını özenle yerleştiren taşçı ustası gibi bakıyorsun kelimelere. Ve hayretle izliyorsun cümlelerin seni nasıl da duygularını apaçık ortaya koyduğuna.  Şairin aynası gibidir şiirleri. Baktıkça kendini görür. Yarattığı eser kendi yüzünün, yüreğinin ve umutlarının yansımasıdır o dizelerde. Ve aslında bir derdi vardır yaşamaya, yaşama olan tanıklığını paylaşmaya ve umutla geleceğe bakmaya dair.  Bende bunu yapmaya çalışıyorum. İşte yukarıdaki istatistik veriler de benim 1 aylık karnem. Teşekkürler....Sevgiyle kalın...Okumaya devam edin lütfen.....Bakalım nerelere gideceğiz beraber....

11 Ağustos 2015 Salı

Okçu ve Kardeşi





Okçu ve Kardeşi bu sefer de Lozanpark'ta Çankaya Okçuluk Spor Kulübü atış sahasındaydılar. Diğer kardeşleri şu anda yanlarında değildi  ama merakla ağabeyini izlemek keyifliydi... Atış Çizgisine nasıl geçiyor. Kolları, yayı tutuşu, oku yaya yerleştirmesi, nefesini tutup, çenesinin altında elini yerleştirip nişan alıp atmasını elleri ceplerinde izledi ... Her aşamasını kardeşine anlatmaya çalışan Okçu ile atışlardan sonra da hedeften okları almaya gittiler. Hatta bir ara dürbünle izledi atışları ve ağabeyini. Acaba o da okçu olabilir miydi, merak içindeydi... Okçu kardeşinin izlemesinden de keyif almış, gururla atıyordu okları hedefe... Zaman hızla akmış ve antrenman bitmişti. Ama aklı Okçuluk Merkezinde ve Okçu'da kalmış, Okçu'da kardeşinin izlemesinin mutluluğu ile konuşarak ayrıldılar Lozanpark'tan ... Ailede bir okçu daha yetişir mi diye de merak ettiğimizden sorduk beraberce... O da Okçu gibi gelmek istiyordu.. Eh bana düşen de onu da getirmek Lozanpark'a... Bakalım ne olacak...

9 Ağustos 2015 Pazar

Geçmişten Gelen Bir Hafta Sonu Anısı...


Çocukluğumdan bu yana hep hafta sonu benim için eğlenceli olmuştur. Okul, her ne kadar ilkokulda iken;  o zamanlar cumartesi yarım gün olsa da, eve geldiğimde herkesin evde olması ayrı bir güzellikti. İlk kez okumayı sökmeyi de cumartesi günü gerçekleştirmiştim. Eve heyecanla ve mutlulukla koşarak gelişimi hala hatırlarım. Tabi o zamanlar genelde eve yakın okullara giderdik ve servis kullanmazdık. Ancak eve geldiğimde gördüğüm her zamanki durum olmadığı bir gündü. Evde ciddi bir bayram temizliğine girişilmişti. Merdaneli çamaşır makinesinden yıkanan çamaşırların suyu sıkılıyordu. Ortalıkta temizlik malzemelerinin birbirine karışan kokusu vardı. Ama evde sadece annem vardı. Ablalarım, ağabeyim ve babam yoktular. Anneme sevinçle söyledim...Anne okumayı söktüm bak bu da kurdelem... Kırmızı kurdelem okul üniformanın sol üst tarafıma okumayı sökünce itina ile öğretmenim aferin oğlu diyerek takmıştı. Ankara'da Teğmen Kalmaz İlkokulu 1-B sınıfında Türkan Erol'un öğrencisi olarak başarmıştım. Ama babamla da uzun uzun çalışmıştık heceleri. O zamanlar hece hece öğrenir daha sonra da kelimeleri bulurduk... Ama akşamında istediğim tüm yemekler de hazırdı annemin ellerinden.... Nereden nereye aşağı yukarı 43 yıl geçti. Hala hafta sonları çok güzeldir bence...Belki herkes için öyledir. Ama şimdilerde küçük bir çocuğun gözünden, orta yaşlı adamın hayat tecrübesine doğru ilerleyen yılların farklılıkları oluştu artık. Geçen bu yıllar boyunca sol göğsümün üzerine bir çok kurdele taktım... Hepsini gururla ve sevgiyle taşıdım... Ama hep o hafta sonunda ki heyecanlı ve okumayı söken çocuğun koşturmasında ki hafta sonlarına özlem duyarım... Çocukluk işte...

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Sonbahar




rüzgarı gecede yakaladım
önce sen geldin,
sonra mutluluk geldi…
yol boyunca yürüdüm
sararmış
sonbahar yaprakları
köşe bucak uçuştular,
önce sen bastın yapraklara
sonra güzelliğin bastı
ansızın yüreğimi…
insanlar vardı
çepeçevre sarmışlar
ve sevmiştim onları,
önce sen ayrıldın sevgimle
sonra ben paylaşmak istedim
onlarsız zamanları seninle…
yağmurlar yağdı ardı sıra
olancası bedenimden geçip
sen oldun, mutluluk oldu gönlüme,
önce seni geceye verdim çaresiz
sonra yüreğimi de
seninle gönderdim…

30.03.1988