16 Kasım 2015 Pazartesi

Sandalyeler ve Masa...Yüreklerimiz...


dört sandalye, bir masa 
ve iki küçük gemici feneri ile 
geceye seslenen denizin kenarında 
çay içerek hayallerini konuşan 
dört kişiyi hatırladın mı Agop! 
gelecek ellerini uzatsalar 
dokunabilecekleri uzaklıkta gibiydi onlar için. 
yürekleri adımlarının önünde gidiyor gibi 
heyecan içindeydiler. 
öylesine bir gece, 
öylesine bir sohbet 
ve öylesine bir anı  paylaştılar. 
gece örttü üstlerini. 
üşüdüler ama seslenmediler...
masada gelecekleri kuruldu...
masadan ilk kalkanı yoktu gecenin. 
usulca gölgeleri çoğaldı 
ve gecede kayboldu. 
onlardan geriye kalan isimleriydi Agop!... 
masa yine öylece bekliyor... 
gece çoktan sabahın alacasına, 
kaderin kurulmasına uyandı bile. 
kısmetse Agop, bu gün balıktan dönerken 
yine söyleyeceğiz hep beraber...
"Dostların arasındayız, güneşin Sofrasındayız" 
ve yine hatırlayacağız.... 
bekleyeceğiz ve kısmetimizi denizden alıp, 
yarın yine denize vereceğiz...

15 Kasım 2015 Pazar

biteviye

Tek tek
Sıraladığımda
En cesur başkaldırı
Göz yaşlarım
Şöyle
Rahat rahat
Düşündüğümde
Umarsız bir şekilde
Islanmak istiyorum
Yağmur tanelerinde biteviye


11.06.2014

Yine Umutlandık Agop!


Yine umutlandık Agop!
Yollara düştük
Ellerimiz kızıl bir gökyüzü
Üzerimizde
Bulutların  gölgesi
Sıyrılmak için atıyorum
Adımlarımı geleceğe
Bir sevdaya bu yol
Bir umuda
Bir bir yazıyorum
Ve haykırıyorum
Her şey
Duvar dibinde
Sona erecek

25.03.2015
Karabük

Son dize

Bu  son dize

Söylenecek lafların

Gidilecek yolların

Çekilecek tespihin imamesine kadar

Ya sabır denilecek

Ve belki de

Vücuda gelen söylemlerin

Artık bir önemi olup olmadığı da

Söylense de

Bir şey değişip değişmeyeceği

Bil cümle

Yürek yangını da belli değilse

Yaz tahtaya

Bugün son kez imza atıldı diye

Belki ondan sonra adım atmak

Ve yağmurun sesinde

Sevişmek

Bir anlam kazanır

Bedenlerimizde ürettiğimiz sevgi

Ve gelecek ile

08.04.2015


Karabük


10 Kasım 2015 Salı

Son Kalaycı Ustası



Bundan bir yıl önce, Adil ile Samanpazarı'nda dolaştık. Son Kalaycı ustası... Adını söyledi ama hatırlayamadım şimdi. Oysa çok sevdiğim bir tümcedir. "Güllerden geriye kalan, sadece isimleridir" Umberto Eco "Gülün Adı"'nda der. Son Kalaycı Ustası artık bu mesleği hiç bir çırak yapmak istemiyor demişti. Ama işini yaparken ki, ciddiyeti ve emeği orada görmekle kalmayıp,  değerli fotoğraf sanatçısı, sevgili dostum Adil Alpkoçak,  kamerasından  aktardı sizlere. Meslekler kaybolurken anılara sahip çıkmak gerek gerçekten. Düşünsenize çocukluğunuzda olup da şimdi artık göremediğiniz ya da çok nadir gördüğünüz ama artık o eski hoş sedayı gönüllerimizde bırakmayan koz helvacıları. Ya da okulun önünde elma şekeri satan sokak satıcılarını. Daha bir çoğu sayılabilir mutlaka. Ama o gün Samanpazarı'nda son kalaycı ustası canla başla çalışıyordu. Ataşın harından, insanın emeğini resmediyordu tencerenin dibinde.. Ustalık zor, çırak yetiştirmenin artık daha zor olduğu, seri üretim zamanlarına geldiğimiz gelişen dünya ölçeğinde, bu dem son fasıl der gibi biraz da hüzünlüydü aslında. Ama sımsıcak yüreğinden gelen gülümseme ile bıyıklarının altından yarım konuşarak, artık kapatacaklarını da üzülerek duyduk. Son Kalaycı Ustası, Samanpazarı'nın Cumhuriyet yıllarından günümüze akan bir görüntüsü aslında. Anadolu insanının. Ahilik sisteminin çökmesi ile birlikte haliyle ustalık kalfalık ve çıraklık 'ta enstantanelerde kalan hüzünlü bir bakış günümüze gülerek. O gün bu gün aslında bir yıl  sonra... Ve Son Kalaycı Ustası'da önlüğünü çıkarıp, işlikten ayrıldığında, öksüz kalacak ... Yolun açık olsun Son Kalaycı Ustası...Hayata hep gülerek bağ böyle. Ömrün uzun, umudun daim olsun... 

8 Kasım 2015 Pazar

bir kere daha




bir kere daha 
diyerek
gecenin içinde kayboldu
bir kere daha...

özlemlerim
sokakların loş bir lambası gibi
soluklaştıkça
aklıma gelir 
bir kere daha..

yudumladığım çayın 
sohbetinde
bekler öyle saatim
oysa zaman hep aynı
bir kere daha

07.08.2015 Ankara

7 Kasım 2015 Cumartesi

Hüznün Müziği ve Şiir'in Dizelerinde Şairin Duygularına Dair



Şiir yazmanın, kendini ifade eden yanı ile gördüklerini, yaşadıklarını anlatan tarafı iç içe geçer. Bir zaman sonra hayaller ve kurgulamalar da dizelerin arasında ve giderek de ortasında yer alır. Bazen ön plana çıkar hatta bu kurgusal yapı. Ama hep duygular çevreler, sınırları belirler ve haykırır bir anlamda yaşadıklarını, umutlarını, hüzünlerini. Ben Jazın hüzünlü ironisi ile şiirin duygularının hep kesiştiğini düşünürüm. Yalın bir gerçeklik gibi dursa da şiirin kendisi. İçinde bir yolculuğa çıkarsın aslında. Hüzünlü bir yoldur şairin yaşadıkları. Dizelere dökülen kelimelerin umudu ile hüznü dans eder durur yüreğinde kimi zaman mutlu kimi zaman umutsuz. Ya da öylece bakar, karşısından geçen insanları ve olayları görmez gibi. Sanki kalabalıklar içinde yokluğu yaşar gibi. Epeyce bir sürünür, kelimeler öyle zamanlarda. Hatta güler bazen kendine. Bırakır gider bile. Hiç şaşırmaz ama hep bir farklı görme, analiz etme merakı da yer bitirir kendini. Yazar ama beğenmez. Bazen hiç yokmuş gibi yapar yazdığına ve bırakır öylece. Oysa bilir emeğin en yüce değer olduğunu ama beğenmez bu anlamda işlediği dokumayı. Döner yine müziğin hüznünde buluşur, yüreğinin hüznünü. Çalılıkta dolaşan kelimelerin canı yanmadan yan yana getirebilmek ve bir anlam ile ironiyi müziğin tınısında buluşturmak üzere yola çıkar. Çıktığı yolun sonunu bilir  ama kurguladığı dimağı onu yanıltır. Hatta küser kendine. Çıkar akıl aramaya. bulduğu vaki değildir. Ama peşindedir aklın ve hikmetin. Kayıp bir kelimenin peşinde koşar durur. Dizenin içindeki hüznün müziği tam olsun diye. Yok siz siz olun aldırmayın bu yazılanlara. Ruhunuz kararmasın. Yürüyün yol boyu en iyisi bu havada. Kış geldi mi zor. Ama kış geldi mi ortalık bembeyaz olduğunda hayat yeniler kendisini bunu da unutmayın. Aslında her kış insanın vicdanının temizlenmesi için örter her şeyi karın tertemiz beyazlığında. Belki de şiirin dizelerin de gizlenen hüznün de baharla birlikte coşması için bir çıkış yoludur. Kimbilir?  

Hındım Hamadımız Kesildi


Tarih nedir diye düşünmeye başladığımdan bu yana, yanlış üniversite okuduğuma da karar verdim. Yok üniversite sınavı öncesinde ki meslek seçimindeki yönlendirilmede ki yanlışlık ve eksiklik değil söylemek istediğim. Biraz geçmişin izinde bir insan, bir aile ve yaşanmışlıkların peşindeyim. Nereden gelip nereye yerleştiğimizin nedenleri ve niçinlerini merak ediyorum açıkçası. Sülalemizin öyle veya böyle 700 yıla yaklaşan bir seceresi var. Bilinen hikaye Eset'lerin Horasan'dan 1400' lü yılların başında Ürgüp' e geldiği... Türkmen boyu bunda şüphe yok. Belki bir oba değil, ama nüfuslu bir aile.  İşte tarih burada devreye giriyor. Merak ettiğim tarih, aslında bu tarihle sınırlı değil elbette. Yada öyle kuru kuruya bir tarih merakı değil. Tarihin gizemi ve sosyal yapısını irdelemek derdim. Hangi sebeplerle geldiler Ürgüp'e yerleştiler. Bunu çözebilmem olanaklı değil. Ama işte tarih Ürgüp'te Kayakapı Mahallesi'nde yüzyıllarca yaşayan bir ailenin yapısı ile iç içe geçen durumu açıklıyor. 14 odalı ve yaklaşık 100 yıllık olan ev, geldiğimiz noktada o tarihin sırlarını da saklamaya devam ediyor. Her ne kadar çatısı uçsa, bazı odaları ve iç duvarları yıkılsa da... Deprem olasılığı nedeni ile boşaltılan mahallede yalnızlığını yıllarca yaşasa da... İşte benim aradığım ve keşke dediğim tarih, işte o evde sembolleşiyor aslında. Esat Ağa Konağı. Ya da Aziz Yuhannes'in Evi. Evin altı ahır.Atlar, develer ve diğer büyükbaş ve küçükbaş hayvanların  da kalabildiği kadar ilginç bir yapısı var. Evde en son doğan Eset'li babam mı ya da halam mı bilmem ama, öndeki odalardan birinde doğmuş babam. Şimdi bu tarihin araladığı gerçeklerin hikayesi beni sarhoş ediyor aslında. Satır satır yazmak ve satır satır yok olmak gibi bir şey Tarih. Ayrıntıların arasından bir hayatı çıkarıp, geleceğe anlatmak...

Kimbilir, kaç kere Esat Dedem seslendi babama. Ve kim bilir ne anılar yaşandı. Yalnızlığın ve hayatın bileşkesinde artık o ev Devletin oldu. Kayakapi projesi ile mahallenin tüm evlerini restore ediyorlar. Esat Ağa Konağı olarak otel olarak hizmet verecek, diğer konaklar gibi.  Bizde uzaktan öyle bakacağız. Tarih ayrıntısını temizlemiş ve üzerini gerçekle örtmüştür bile. Bu anlamda tarih yüreğimde paramparça. Ve duygularım kapanan bir dehlizin başında içine bakıyor. Dehlizin derinliklerinde  tarihin gizlenmiş bir ışık gibi, her gece dam evde kimse yokken bile mum ışığın yanması gibi.... 

Kayakapı, dinle bu seslenişin ruhunda ki hüznün isyanını. Ellerimiz yanıyor, gözlerimiz buğulu ve tarihin terkedilmişliğinde bir yalnızlığın hikayesi daha bitiyor Kayakapı'da... Hındım hamadımız kesildi. 

5 Kasım 2015 Perşembe

Bilmemek Olmaz..


Yılı 1982, Ankara'dan İzmir'e doğru yola çıktığımda yaşadığım heyecan ve endişenin yaşandığı günler. Yaş 18...Ve gelecek önümde bitmez bir okyanus gibi duruyor. Amaç belli, meslek sahibi olmak. Ama buraya gelirken yaşadıklarım, yaptıklarım ve çabalarım aslında şu anki duygularımın, isteklerimin ve kendimin çok uzağında. Vicdanım rahat mı, rahat.. Sonuçta bir beklentinin karşılanması anlamında, kendi payıma düşeni gerçekleştirmiş durumdayım. Ama bu ben miyim işte onu o zaman bilmiyordum, şimdi anladım ki o ben değilim. Peki ben kimin, onu da daha bilemedim. Bilince söylerim tabi merak etme. Bilmemek de olmaz haklısın. Bilemedim işte... Ama bir yol edindim kendi payıma... Yoldan çıkmadan, yola çıktım da denebilir. Haliyle geç oldu farkındayım da, gelecekte öylece duruyor be.. Yaşanmak için. Hadi rastgele bakalım.  Gerçi çoktan olanlar oldu, ölenler öldü ama yine de bekliyor duvarın dibinde papatyaların sarhoşluğunda bahar... 

1 Kasım 2015 Pazar

Bir İzin Peşinden Yürüyebilmek...


Bazen yıllar sizden götürdüklerini, gurur verici örneklerle geleceğe sunarlar. Hukuk herkese gereklidir. Hukukçu olmak ise bembeyaz bir sayfanın en ufak bir kurşun kalem ucu bile değmeden yapılması gereken bir insanlık görevidir, hukukçunun vicdanıyla bütünleşen. Ailenizde bir hukukçu varsa bunu hep gözlemlemişsinizdir. Bu babanız ise, dedeniz ise, eşiniz ise daha bir anlamlıdır. Hele bir sülalenin büyüğü ise hayat bakışı ve yaklaşımları ile size gösterdiği hedef ve hayat terbiyesi aslında bir hukukçu gibi davranmanızı sağlamaya yöneliktir. Hukukçu olmasanız da... Böyle bir insanın hukukçu torunu olmak haliyle çok çok önemlidir. Görev ve hayat daha bir anlam yükler size. Ben oğlu olarak başaramadım hukukçu olmayı ama 2 torunu başardı. Bu anlamda babam ışıklar içinde rahat uyuyordur diye düşünüyorum. 


Hukukçu yeğenlerimden bir tanesi Avukat olarak haksızlıkların çözümlenmesinde Dedesi yolunda yürürken, güncel her olayın çözümlenmesinde kendi payınca hukuki açıdan mesleki girişimlerini ve gözlemlerini yapmaya çalışırken;  diğeri de Hukukun nasıl oluşturulması konusunda mesleki kariyerini akademik anlamda geliştirmeye devam etti. Ve sonunda bir kitap yazdı. Kitabın yazılması konusunda verilen emek ne kadar önemliyse, kitabın ithaf edilen kişiler özelinde ki duygusal mutluluğu ve gururu da çok çok güzel... Bu anlamda tertemiz bir sayfanın geçmişten gelen yaprakları artık artarak, bir defter olması dayıları olarak beni çok mutlu etti. Sağolun var olun...Huzur içinde uyu sevgili babacım...

31 Ekim 2015 Cumartesi

Kışın Soğuğu ve Geleceğe Uzattığın El


Akşam, kışın bir başka çöker günün üzerine. İnsan sesleri sokakları terk etmeye başlamış ve caddelerde koşuşturma ile evlerine ulaşmaya çalışan kalabalık azalmaktadır. Akşam ezanı başladığında sessizliğin içinde bir umut olur yüreklere, yaradana ulaşmak için. Hangi evde ne yaşanmaktadır, insanların mutlulukları, hüzünleri nedir bilinemez ama akşamın soğuğu herkesi biraz yalnızlaştırır aslında. Araba seslerinin belirsizliğini bekleyen gecenin ortasına dek sürecek bu zaman dilimi, kışın dörtnala gelen ayak sesleridir. Gündüz ile gece arasında oluşan sıcaklık farkı, insan ruhunda yarattığı gelgitlerle kol kola tüketir günü, ki yatağa girip ısınıncaya dek. Yüzümüze çarpan o soğuk havanın fütursuz tavrı karşısında ne kadar boynumuza dek kaparsak da giysimizi, üşümek çaresiz bir yaşam biçimidir... Belki bir sahlep ile içiniz ısınır ve sohbetin içinde kaybolursunuz..Ya da romantik bir ortamda kanyak içerek içinizi ısıtırken, yüreğinizin de sıcaklığı sizi umutlandırır gelecek için. Çoluk çocuk sobanın üzerinde kestane pişirilen günlerin özlemini anlatan bir büyüğünüz de kalmadı ise yakınlarınızda kışın soğukluğu daha bir yalnızlaştırır insanı. Ama eğer varsa böyle bir büyüğünüz onu aramanın aslında tam zamanı. Hatta gitmenin ve varsa ihtiyaçlarını gidermenin, anlatacaklarını dinlemenin en keyifli anıdır . Yollarda yürümek haliyle biraz cesaret ve belki de ellerinizde sevgi ile tutulmuş bir yürek ister. Yalnız ve belki de aklınız evde bekleyenlerde ise, yol çabuk geçer. Soğuk çoktan yenilir bekleyene olan özleme. Ya kimse yoksa, ya da olmadığı gibi bir umutsuzluk kışın soğuğu ile içiniz kapladıysa..İşte biraz zor gibi görünse de bu durum, belki de gecenin içinde gizlidir. Sımsıcak bir ortamın bekleyişi. Yo hepten ümitsiz ya da hayalci bir ümitle de değerlendirmeyin derim. Aslında emek sarf etmek gerek sanırım. Hani hep deriz emek en yüce değerdir. İlişkilerde de aslında ne kadar emek verirsen, karşılığını beklemeden. Ve o emeği hak edene de verdiysen. Değme keyfine... Kışın soğuğunda bile yaz gibi terlersin montun içinde. Ve ellerin uzandığı yerde bulur, paylaştığın emeğin özleminde, üretilen sevgiyi. Şimdi yazmanın tadı da burda başlıyor aslında. Yazıyorsun, anlatıyorsun ve hep aynı duyguyu yaşıyorsun. Saçma kelimeler geliyor aklına. Vazgeçiyorsun yazmaktan. Yazdıklarından uzaklaşıyorsun bir an. Sonra işe aklına geliyor ve yazıyorsun ... Soğuk bile durdurmuyor seni. Ama yağmur öylemi. Hep isterim yağmur yağmasını. Islanmak güzel şey. Islanmasını da bilmek gerek haliyle. İşte kışın soğuğu bana göre böyle gelişiyor, Eğer yaşamaksa derdin insan gibi.. Bay bayan fark etmez...Ama yaşıyorsan bir derdin olmalı hayatla.. Sorgulamalısın. Kışın soğuğu bile seni yolundan alıkoymamalı. Bu anlamda yolun açık, gönlün sevgi dolu olsun..Kışın soğuğu ile mücadelen de yüreğindeki sevda ve geleceğe umutla uzattığın el, hedefine ulaşsın...